20 Haziran 2011 Pazartesi


"Belki de içki olmasa, kahve de olmazdı, çünkü Miss Amelia’nın içkisinin bir özelliği vardır. Dilinizin üstünde temiz, belirgin bir tat bırakır, ama bir kez mideye girdi mi uzun süre insanın içini ateş basar. Hepsi bununla da kalmaz. Bilirsiniz ya, temiz bir kâğıt parçasına limon suyuyla yazılan bir yazıdan hiçbir iz kalmaz. Ama kâğıt bir dakika ateşe tutulursa harfler kahverengiye döner, anlam da ortaya çıkar. Viskiyi ateş, yazıyı da kişinin gönlünden geçen şeyler olarak düşünürseniz, Miss Amelia’nın içkisinin değerini anlarsınız. Üzerinde durulmadan geçip giden şeyler, zihnin karanlık köşelerinde barınan düşünceler ancak o zaman kavranır ve anlam bulur. Yalnızca dokuma tezgâhını, sefer tasını, yatağını, derken gene dokuma tezgâhını düşünen bir dokuma işçisi bir pazar günü bu içkiden biraz içtikten sonra gözü bir bataklık zambağına ilişebilir. Çiçeği avucuna alıp narin, altın renkli goncaya alıcı gözüyle bakabilir, o zaman içine acı kadar yoğun bir sıcaklık yayılabilir. Bir dokumacı, birden başını kaldırıp bakınca, ocak ayında bir gece yarısı, gökyüzünde, daha önce görmediği soğuk, yabansı nuru görebilir, kendi küçüklüğünden derin bir korkuya kapılıp yüreği durabilir. İşte böyle şeyler olur Miss Amelia’nın içkisinden içince. Acıdan yüreği kan ağlayabilir, ya da sevinçten başı göğe erebilir. Gel gelelim, bu deneyim ona gerçekleri göstermiştir. Ruhuna dolan sıcaklıkla, orada saklı duran yazıyı görmüştür." (Carson McCullers, Hüzünlü Kahvenin Türküsü)